Bosna Hersek 2/4
Schengen ayinlerinden payına düşeni alan dingin ruhların güvenli sığınağı...
2. Gün
Bugün, Bosna Hersek’i, büyük ölçüde bir uçtan diğer uca tadını çıkararak geçeceğiniz gün.
Günün her anından faydalanarak yapacağınız bir yolculukta sabah 07.00 civarında Mostar’dan çıkarsanız, uğrayacağınız yerlerde çok aceleniz olmadan zaman geçirebilir ve akşam 17.00 gibi Saraybosna’ya varabilirsiniz. Ancak tabi ki keyfinizin kahyasının fikri doğrultusunda aşağıdaki duraklardan istediğinizi rotanızdan çıkarabilirsiniz. Bizim izlediğimiz rota;
Mostar - Saraybosna Yolculuğu Rotası için tıklayın;
1)Kravitse Şelaleleri
Neretva Nehri’nin bir kolu olan, Trebizat Nehri üzerinde, yaklaşık 25 metre yüksekliğindeki şelaleden düşen sular, yine yaklaşık 120 metre çapında bir göle karışıyor. İlkbahar ve kış olmak üzere iki ayrı mevsimde ziyaret ettiğimiz şelale her seferinde bizi en başından etkilemeyi başladı. Fantastik türdeki bir filmin, setinden bir kesit gibi görünen manzaranın fon müziği olan coşkulu su sesi, özellikle ilkbahar ve yaz aylarında pek çok turisti çağıran bir davetiye görevi görüyor.
Kış dışındaki sezonlarda, kıyısında işletilen bir kafeterya bulunan göl, aynı zamanda üzerinde küçük tekne turları yapılmasına da olanak tanımakta. Şelale yolu üzerinde restoranlar bulmak da çok zor değil.
2024 itibariyle Yetişkin giriş ücretinin 20 KM ve otopark ücretinin 6 KM olmasına rağmen, kış sezonunda gittiğimizde ne giriş ücreti ne de otopark ücreti ödemediğimizi belirtmek isterim. Ancak bu bedavacılığımızı, erken saatte gitmemize mi yoksa kış sezonunda olmamıza mı bağlamalıyız bilemediğimiz için size de bu konuda bir ipucu veremeyeceğiz.
2)Pocitelj
Bu kasabayı 1383 yılında Bosna Kralı 1. Stjepan Tvrtko’nun inşa ettiği düşünülmekteymiş. Macar Kralı Korvin tarafından güçlendirilen ve esasen küçük bir kaleden oluşan Pocitelj, Osmanlı Devleti tarafından alındıktan sonra Hersek vilayetine bağlanmış. Neretva Nehri’nin kıyısında Osmanlı Devleti’nin sınır kasabalarından biri olan Pocitelj, dosta düşmana ihtişamını göstermek isteyen Osmanlı Devleti tarafından ödüllendirilircesine imar edilmiş. Bu dönemde, kalenin etekleri de dahil olmak üzere kasaba tamamen taştan inşa edilmiş ve Venedikliler’in kontrolüneki Dubrovnik’e komşu olan kasaba, Osmanlı’nı gücünün bölgedeki simgesi haline gelmiş. Pocitelj, sahip olduğu hamam, kervansaray, medrese, cami, namaz saatini gösteren saat kulesinin katkılarıyla olacak ki, 1664’te Evliya Çelebi tarafından, Instagram’ın henüz kullanılmıyor olmasının da etkisiyle, “Tipik bir İslâm şehri” diye tarif edilmiş.
Bosna Savaşı esnasında burası da oldukça zarar görmüş ve UNESCO tarafından Dünyanın Tehlike Altındaki 100 Kültürel Miras Alanı listesine eklenmiş.
Bugün, eski günlerinini unutturmayan ve yıllara meydan okuyan mimarisi ile turistleri ağırlayan Pocitelj’e vardığınızda, “İyi hoş güzel de kim çıkacak şimdi bu yokuşu?” diye düşüneceğinizi biliyorum. Bu sebeple sizi bu dertten kurtaracak formülü açıklıyorum fakat önce aranızda arabayı kullanacak bir kurban seçmelisiniz.
Pocitel’in nehire bakan, ve aracınızı önünde bırakacağınız “Bistro Stari Grad” restoranının önündeki yolu, “Burası trafiğe açık değildir herhalde?” diye düşünceler içinde güney yönlü yokuş yukarı takip etmeye başlayın. Yokuş tamamlandığında yol da sola dönmeye başlayacak. İlk kavşaktan sola dönüp biraz daha ilerleyince, Pocitelj Kalesi’nin girişi solunuzda kalacak, böylelikle 3-5 dk’da tamamladığınız bu rota sizi kalenin girişine getirmiş olacak. Siz kalenin kapısından şehre girip, dar sokaklardan yokuş aşağı yönlü şehri gezerken, kurban seçtiğiniz şoför ise aynı yolu takip ederek, “Bistro Stari Grad”‘ın önüne aracını park edip, sizi beklerken bir kahve içecek zaman bulacaktır. Map uygulamasında bu yolun tarifinde bazen sorunlar olabiliyor bu sebeple izleyeceğiniz yolun harita görüntüsünü de aşağıya bırakıyorum;
Pocitelj Kalesi’ne Araç ile Çıkılan Rotası için tıklayın;
3)Blagaj Tekkesi
Kravitse’yi, fantastik konulu bir film setinden, kesite benzetmiştim. Dolayısıyla, buranın hakkını ancak bir masaldan çıkmış gibi diye tanımlarsam verebilirim.
Buna Nehri’nin çıktığı noktada, sarp bir kayalığın altında, bölgenin Osmanlı Devleti hakimiyetine girdiği 1465 ile1520 yılları arasındaki bir tarihte yapıldığı düşünülen Blagaj Tekkesi’nin Sarı Saltuk tarafından kurulduğu ve türbenin de Sarı Saltuk’a ait olduğu rivayet ediliyor.
Tekkenin kuruluşu ve üstlendiği misyonu anlamak için Osmanlı’nın erken dönem balkan akınlarında bektaşiliğin oynadığı role gözatmakta fayda var. Osmanlı’nın savaş öncesi bölgeye gönderdiği bektaşi dervişleri Rumeli halkı içinde büyük ölçüde hoşgörü ile karşılanmış ve halkın kan dökülmeden müslümanlaşması sürecinde önemli roller oynamıştır. Dolayısıyla kahramanımız Sarı Saltuk’un da gezgin bir derviş olduğu anlatılagelmiş ve bir süre sonra tüm Rumeli’de efsaneleşmiş. Bu sebeple olacak ki Saltukname’de Sarı Saltuk'a atfedilen on iki mezar olduğu belirtilmekteymiş. İşte Blagaj Tekkesi bu 12 mezardan biri konumunda.
Aslen bektaşi tekkesi olan yapı daha sonra, nakşibendilere ev sahipliği yapmış. Bu değişikliğin tarihçesi net olmasa da, 2. Mahmud zamanında, 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılıp, bektaşi dergahlarının kapatılmaya başlandığı döneme denk gelmesi pek olası. Bugün de tekkenin, teslim taşı motifleri dışında, bektaşilikten izler taşıdığını söylemek oldukça zor.
Amacınız ister, içeri girip namaz kılmak olsun, ister bahçesinden “Baba erenlerle teqqe qeyfi” temalı bir fotoğraf paylaşmak olsun, giriş ücretinin kişi başı 10KM olduğunu unutmayın.
Kim bu Sarı Saltuk diyenler için;
Fatih Sultan Mehmet’in oğlu, Cem Sultan’ın himayesinde 1480 yılında, Ebulhayr- ı Rûmî tarafından yazılan Saltukname’de Sarı Saltuk’un hayatı 1297-1298 yıllarına kadar kısmen belgelenebilmiş. Bu esere göre, Sarı Saltuk’un Hacı Bektaşi Veli’nin öğrencilerinden olduğu anlaşılmaktayken, Hacı Bektaşi Veli’nin de 1209-1271 yılları arasında yaşadığını biliyoruz.
Ünlü seyyahlardan İbn Battûta ise, Seyahatnâme’sinde 1331-32 yılında Bizans’a gidiş ve gelişinde uğradığı, Baba Saltuk kasabasında (Bugün Romanya/Babadağ bölgesinde olduğu düşünülüyor) dinlediği, Sarı Saltuk’a ait i menkıbelerden bahsetmekteymiş.
Kemâleddin Muhammad Serrâc er-Rifâî’nin 1315’de yazdığı Tüffâḥu’l-Ervâḥ adlı yapıtında ise, Sarı Saltukûn Dobruca’da yaşamış 1297-98 yıllarında vefat etmiş olduğu yazılıymış.
Evliya Çelebi’ye göre, asıl amacı İslam’ı yaymak olsa da, 21 yıl Hristiyan bir keşiş kılığında yaşayan Sarı Saltuk, bu sebeple hristiyanlar arasında da Aziz Nikola olarak bilinip, saygı görmekteymiş.
Haydar adındaki dervişin efsaneleşme sürecini anlattığı Güvercin’e Ağıt kitabında, Gürsel Korat, "Bilmek geçiciymiş, sonsuz olan ise bilmemekmiş." diyordu. Yazarın ve kitabın hayranı olan bendeniz de bu bu bilgiler ışığında tekkenin kurulmuş olabileceği tarihi, veya kurucusunun gerçekten Sarı Saltuk olup olamayacağı gibi beyin fırtınası gerektiren aksiyonları, sonsuzluğa yelken açarak, sizin bilinç dünyanıza bırakıyorum.
*Sarı Saltuk hakkındaki bilgiler için Türk Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi kullanılmıştır.
4)Konjic
Sözlük anlamı seyis olan Konjic, tarih boyunca Hersek bölgesinde önemli bir rol oynamış. Öyle ki Yugoslavya Devlet Başkanı Tito’nun, günümüzde bir turistik cazibe merkezi haline gelen, nükleer saldırılara dayanıklı, askeri komutanlığı ve hükümet üyelerini de saklayabilecek kapasitede olan ve içindekileri altı aya kadar dışarı çıkarmadan yaşatacak şekilde dizayn edilen sığınağı burada, Jelashnica Dağı’nın güneyinde yer almakta.
Tabi bu önemli konumu ilk farkeden Tito olamayacağına göre bölgenin, Osmanlı Devleti döneminden eserler barındırması bizi şaşırtmıyor. Konjic’de gözünüze ilk ilişecek olan yapı kuşkusuz, Konjic Köprüsü olacaktır. 1682 yılında IV. Mehmet tarafından yaptırılan köprü 1945 yılında Naziler tarafından mayınlanarak yıkılana kadar ayakta kalmayı başarmış. Bosna ve Hersek bölgelerini birbirine bağlayan 82 metre uzunluğundaki Konjic Köprüsü, tıpkı Mostar Köprüsü’nde olduğu gibi TIKA’nın yardımlarıyla 2005-2009 yılları arasında tekrar yapılmış.
Konjic Köprüsü, Mostar Köprüsü, Trebinje’deki Arslanagić Köprüsü ve Višegrad’daki Sokullu Mehmed Paşa Köprüsü ile birlikte Bosna Hersek’in ulusal anıtı olarak ilan edilmiş.
Yunus Çavuş Camii ve Mehmet Çavuş Camii de yapım yılları konusunda net bilgiler olmasa da Osmanlı dönemi miraslarının tipik örneklerinden.
Bosna’nın her yerinde savaşın izleri hiç beklenmedik şekilde karşınıza çıkabilir diye yaptığımız uyarı, Konjic geziniz esnasında göreceğiniz bir cami ile zihninizde yankılanacaktır. Köprünün batı yakasına geçip sağa dönüp caddeyi yaklaşık 300 metre takip ettiğinizde minaresi yıkılmış bir cami bulacaksınız. 1645 yılında yapıldığı tahmin edilen, Vardacka Camisi, Bosna Savaşı’nda hasar görmüş ve aldığı havan topu darbesiyle minaresinin şerefiyesinden üst kısmı yıkılmış. Savaş sonrası Konjic’deki tüm camiler onarılırken, alınan karar ile minare o günlerden bir iz olarak bu şekilde bırakılmış.
5)Jablanica
Jablanica’da nereyi göreceğinizi anlatmadan önce ne yemeniz gerektiğini anlatacağım. Geliş yönünüzde sağ tarafınızda nehir boyunca sıralanan restoranları görmeye başladığınızda kuzu çevirme kokusu almanız da pek olası. Biz keyifli manzarasının da etkisiyle, belki de aralarında en ünlü olan Kovacevic’i seçtik ve gayet memnun kaldık. Kuzu çevirmenin kilogram fiyatı 70 KM olmakla birlikte, kuzu sevmeyenler için menüde farklı seçenekler de mevcut. Google yorumlarının aksine, kuzunun istediğimiz yerinin servis edildiğini de söyleyip, güler yüzlü servis elemanlarının hakkını teslim ederken, restoranın hemen yanından çekilmiş bir fotoğrafı aşağıya bırakalım.
Keyifli öğle yemeğinizde yeterince enerji depoladıysanız, yaklaşık 10 dakika uzaklıktaki Neretva Köprüsü’ne doğru yola çıkabilirsiniz.
İsmini bir filme de veren ve bir demir yolu geçidine sahip olan Neretva Köprüsü’nü dünyadaki pek çok emsalinden ayıran şey ise öyküsü. Köprünün ilk çelik konstrüksiyonu Macaristan’da yapılmış. Yapıldıktan sonra, karadeniz fıkralarını kıskandıracak şekilde, üretim aşamasındaki bir hata sebebiyle 4 metre kısa olduğu anlaşılınca, bu yapı Mostar’a taşınarak İmparator ve Kral Franz Joseph Köprüsü’nün temelinde kullanılmış.
-Burada parantez açıyorum, aslında bu bahsi geçen köprünün inşaatı da Mostar Köprüsü’nün yükünü hafifletmek için, Osmanlılar tarafından 1873 yılında başlatılmış ancak Osmanlı’nın zayıfladığı bu dönemde köprü inşaatı durmuş. Bölge Avusturya Macaristan İmparatorluğu’na geçince de, bu çelik yapı Mostar’a taşınarak Osmanlı Devleti tarafından başlatılan inşaat, Avusturya Macaristan İmparatorluğu tarafından tamamlanmış ve Kral Franz Joseph Köprüsü ismiyle, 1882’de açılmış. Böylelikle, günümüzde, önceki dönemden yapılan inşaatların açılışlarını, kendi ideolojik isimleri ile yapan belediye başkanlarına önayak olunmuş-
Bizim köprümüz ise 1888 yılında tekrar yapılmış. 2. Dünya Savaşı’nda, Tito önderliğinde, İtalyanlar, Naziler ve Çetniklerle savaşan partizan birlikleri karşılaştıkları nazi hücumuyla köprüden geçmiş, geçişlerine müteakip ise köprüyü havaya uçurmuşlar. Ziya’nın sattığı Gibicibicis marka jiletleri üreten alaman mucizesi, burada da kendini göstermiş ve Almanlar, yıkılan 78 metre uzunluğunda ve 10 metre genişliğindeki köprüyü 5 metre genişliğinde olmak üzere tekrar yapmışlar. Köprünün çilesi burada bitmiş mi? Bitmemiş…
1968 yılına gelindiğinde Tito’nun onayı ile bütçesi spekülasyonlara konu olacak ölçüde bir prodüksiyon kurularak “Neretva Bridge” isimli bir film çekilmesine karar verilmiş ki filmin konusu malum. Propaganda amaçlı filmde 10.000 askerden oluşan bir tabur, uçaklar ve panzerler de yer alırken film için kale bile yapılmış. İşte filmin malum bölümü geldiğinde, köprünün patlatılma sahnesini çekebilmek için köprüyü gerçekten havaya uçurmuşlar. Ancak oluşan toz bulutu sebebiyle görüntülerin filmde kullanılamayacağı anlaşılınca, Prag’da bir stüdyoda masa boyutundaki bir maket kullanarak yapılan yeni çekim filme entegre edilmiş. Bugün nehrin iki yanını birbirine bağlayacak şekilde köprünün kalıntıları arasında, yeni ve turistik bir geçiş yolu yapılmış durumda. Bir kez daha yıkılmadan görmek isteyen ziyaretçiler için, köprünün başında, sembolik bir lokomotif ve ayrıca bir de müze bulunmakta.
6)Saraybosna
Avrupa’nın Kudüs’ü, Saraybosna’nın 5 Nisan 1992 yılında başlayan ve 1425 gün süren kuşatmadan nefes alarak ayrılmayı başarmış olması adeta bir mucize. Bahsi geçen sürenin modern savaş tarihindeki en uzun kuşatma olduğunu düşündüğümüzde, bugün yapacağınız turistik ziyarette önünüze çıkacak izlerin ardındaki hikayelerin ne kadar acı olduğunu anlamak daha kolay olacaktır. Kuşatma esnasında, çevredeki yüksek binalardan eğlence için insan öldüren Sırp keşkin nişancılar, açlıktan ölmemek için şehre açılan tüneller, binaların üzerideki kurşun izleri bu hikayelerin pek küçük bölümünü oluşturmakta.
Varış sonrası 2 gece konaklama Saraybosna’da olacağı için, Saraybona’daki uğrak noktalarını bu akşam, yarın akşam ve son gün sabaha yaymanızı öneririm. Keza yaptığımız plana göre yarın gündüz Srebrenitsa rotası takip edilecek. Saraybosna’daki ilk akşamınızda aşağıdaki yarım saatlik yürüyüş rotasınının tamamını, ya da yorgunluk durumuna göre belirli bir kısmını takip edebilirsiniz.
Saraybosna Yürüyüş Rotası için tıklayın;
1)Hünkar Camisi
Osmanlı Devleti’nin Bosna’yı fethi sonrası yapılan ilk cami olması sebebiyle önem arz etmektedir. Caminin, Fatih Sultan Mehmet döneminde yapıldığı 1457-1462 tarihini, Trabzonun 1461, Rize’nin 1470, Erzurum’un 1514 olan fetih tarihleriyle kıyasladığınızda, Bosna’daki Osmanlı kültürünün ne denli köklü olduğunu daha net tahlil edebilirsiniz. İshakoğlu İsa Bey döneminde ise camiye bir hamam ve karşısına köprü eklenmiş. Saraybosna’daki ilk yerleşimin de caminin etrafında başladığı rivayet edilmektedir. 1480’de, Sırp Despot Vuk Grgurevic Brankovic önderliğinde, Saraybosna’ya yapılan saldırıda, yağmalanarak yakılmıştır. Bu amca aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin mağlubiyeti ile sonuçlanan ve Balkanlarda ilerlemesini sekteye uğratan 1479 tarihli Ekmek Otlak Muharebesi’nde Sırp hafif süvarilerine liderlik etmiş. Osmanlı’nın balkanlarda tekrar parlaması ise ancak 1526 yılındaki Mohaç Savaşı ile olmuştur. 1480’de yağmalanan, yakılan ve büyük hasar gören Hünkar Camisi de zannediyorum ki bu sebeple ancak 1566 da yapılabilen yenileme çalışması neticesinde, büyük ölçüde bugünkü görüntüsüne kavuşurken, sağ ve sol kanatlar 1847-1848 eklenmiş. Bosna Savaşı esnasında bir havan topuyla hedef alınan camiye, bu saldırıya ek olarak çok sayıda mermi ve şarapnel isabet etmiş. 2014 senesinde ise TIKA sponsorluğunda onarılmış.
2)İnat Evi
Karşı kıyıda bulunan belediye binasının yapılması maksadıyla kamusallaştırılan alanda, buna engel olan tek kişi bu evin sahibiymiş. Alacağı tazminata ek olarak, Osmanlı mimarisinin örneklerinden olan evinin aynısının karşı kıyıya yapılmasını şart koşan ev sahibi amacına ulaşmış ve evi tamamen aynı şekilde Milijacka Nehri’nin karşı kıyısına yapılmış. Ünlü ev bugün restoran olarak işletilmekte.
3)Vijecnica Belediye Binası ve Kütüphanesi
20 Nisan 1896'da beledye binası olarak hizmete açılan bina, 2. Dünya Savaşı’na kadar yapılma amacına sadık kalmış.1945’de kütüphaneye çevrilen bina, 25 Ağustos 1992’de Bosna Savaşı esnasında, sırplar tarafından yakılınca, içindeki Hırvat, Sırp, Yahudi ve Boşnaklara ait el yazmaları da bulunan 2 milyondan fazla kitap ve belge kül olmuş. 1996 yılında başlayan restorasyon çalışmaları neticesinde 2014 yılında kapılarını yeniden açan kütüphane bugün müze olarak kullanılırken, pek çok sanatsal organizasyona da ev sahibi yapmakta.
4)Kazandziluk
Kazancılar sokağı olarak bilinen bu sokak, hediyelik eşya almak isteyenler için bir alternatif olabilir.
5)Brusa Bezistan
Başçarşı bölgesinde, tipik Osmanlı mimarisi örneği olan Bezistan 1551 yılında Rüstem Paşa’nın emriyle yapılmış. 6 kubbeli çatısıyla oldukça karakteristik bir kimliğe sahip Bezistan, Bursa ipeğinin ticareti amacıyla yapılmış olsa da, günümüzde müze olarak hizmet vermekte.
6)Başçarşı ve Tarihi Ahşap Sebil
16. yy’dan bu yana kullanılmakta olan Çarşı, Saraybosna’nın kalbi konumunda. Her tarafı, camiler, medreseler ve hanlarla çevrili olan çarşının merkezinde bir de ahşap sebil bulunmakta. Sebile ilk su İsa Bey tarafından getirilmiş olsa da bugün gördüğümüz haline 1753’de kavuşmuş. Bugün etrafındaki dükkanlarda kahvenizi yudumlayabileceğiniz çarşı, Bosna Savaşı esnasında yoğun bombardımana tutulmuş.
7)Saat Kulesi
30 metre yüksekliği ile adeta yanında bulunduğu Gazi Hüsrev Bey Camisi’ne bekçilik yapan kule, hala çalışmakta olan bir ay saatine sahip. İlk kez Gazi Hüsrev Bey tarafından namaz saatlerini göstermesi maksadıyla yaptırılan saat kulesi, Savoy Prensi Eugene 1697’de şehre saldırdığında çıkan yangında hasar almış. 1875 yılında geçirdiği restorasyonda, Türklerden kalan saat mekanizması, İngiliz malı bir mekanizma ile değiştirilmiş ve eski mekanizma bir camiye taşınmış. Namaz vaktinde ezan okunan ezan sesine çınlama ile katılan saati haftada bir kez ayarlayan bir de muvakkit varmış. Bu arada Saraybosna’da bunları yapan Prens Eugene’in Viyana’da neler yaptığını merak edenler varsa aşağıdaki linke alalım;
8)Gazi Hüsrev Bey Camisi , Bezistanı ve Medresesi
Bu yapılar Gazi Hüsrev Bey Vakfı’nın parçası olmaklar birkikte 1531 yılında inşa edilen ve “Bey Camisi” olarak da bilinen caminin mimarı Mimar Sinan’mış. Bir yıl sonra caminin bahçesine bir okul ve karşısına tekke yapılmış.
Çatı yapısı sebebiyle “Kurşunlu Medrese” olarak da bilinen medresenin ise, vakfın arşiv belgelerinde, Gazi Hüsrev Bey’in, annesi Selçuk Hatun anısına 1537’de yaptırıldığı anlaşılmış. Ayrıca medrese inşaatından kalan para ile, medresede okutulması maksadıyla toplanan kitapların saklanabilmesi ve de ilimle ilgilenen herkesin faydalanabilmesi için, medrese bünyesinde bir kütüphane yapılmış. Bahsi geçen kütüphane, Saraybosna’nın bilinen ilk kütüphanesiymiş.
155 yılında inşa edilen Bezistan ise, döneminde Vakfın giderlerini karşılamak maksadıyla kiraya verilen pek çok dükkan ve yapıya örnek teşkil etmektedir. Kapalı Çarşı’yı anımsatan bezistan, 109 metrelik bir sokağı çevrelemektedir.
Not:Gazi Hüsrev Bey; anne tarafından II. Bayezid’in torunu olup, 1521, 1526 ve 1536’da olmak üzere üç kere Bosna Sancak Beyi olarak görev yapmıştır. Kanuni Sultan süleyman’ın Belgrad Seferi’ne ve Mohaç Savaşı’na da katılan Gazi Hüsrev Bey, başta Obrovaç Kalesi olmak üzere pek çok kaleyi ele geçirmiş. Emrinde 10.000’den fazla serdengeçti olduğu rivayet edilmekle birlikte, hayatı Osmanlı’nın batı sınırlarında geçmiştir. 18 Haziran 1541’de Drobnjaci şehrindeki Sırp isyanını bastırırken ölmüş. İç organları, Karadağ’da bulunan Hoca Tepesi’ne defnedilirken, bedeni Saraybosna'ya kendi yaptırdığı Gazi Hüsrev Bey Camisi’nin avlusunda bulunan türbeye gömülmüş. Kurduğu vakıf ile Saraybosna’nın imarında çok önemli bir rol oynamış olup, İsa Bey’den sonra şehrin ikinci kurucusu olarak görülmektedir.
9)Latin Köprüsü
Burası, 1914 yılında, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı, Arşidük Franz Ferdinand ve eşi Arşidüşeş Sophie’nin, Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip tarafından suğikaste uğradığı köprü.
Gündüz saatlerinde bombalı bir saldırıdan kurtulan Arşidük ve eşi, gün içinde yapılan saldırı sonrası, belediye binasında önceden planlanmış bir programa katılmışlar. Bazı görevliler tarafından yapılan, arşidükün şehre asker gelene kadar belediye binasından çıkmaması teklifi, çeşitli bahanelerle vali tarafından, “Siz de biraz abartıyorsunuz paşam, tüm Saraybosna yemeyecek içmeyecek sizi öldürmeye mi çalışacak?” tadındaki müthiş öngörülü bir cevapla reddedilmiş. Program sonrası, tekrar yola çıkan konvoyun değiştirilen rotası da arşidükün şoförüne doğru aktarılamamış ve şoför yolu kaybetmiş. Latin köprüsünde durup manevra yapmak zorunda kalan şoförün durduğu nokta ise, ilk suikast girişimi başarısız olunca kalabalıktan uzaklaşıp tenha bir yerde oturarak ne yapacağını düşünen Gavrilo Princip’in tam karşısıymış. Princip de “Gökte ararken yerde buldum seni!” demiş olacak ki hemen silahına dayanmış. Silahından çıkan iki kurşundan biri Ferdinand’ın boynuna girip çıkarken diğeri de eşine de saplanarak ikisinin de ölmesine sebep olmuş.
Habsburg Hanedanlığı’nın son temsilcisi ölünce, Sırbistan’a 48 saatlik bir nota veren Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan’ın Rusya’dan da aldığı gaz ile notaya uymaması üzerine, Sırbistan’a savaş açarak I. Dünya Savaşı’nı başlattı. Böylelikle Princip’in silahından çıkan 2 kurşun yaklaşık 17 milyon kişinin daha ölümüne ve yaralanmasına sebep oldu.
Bu arada köprü Yugoslavya döneminde, Princip Bridge diye adlandırılırken, Yugoslavya’nın çöküşünden sonra bugün kullanılan ismini aldı.
10)At Meydanı
Bugün park olan bu meydanın ismi, 15 ve 16.yy’da, askeri eğitimler, resmi törenler atlı yarışlar ve gösteriler için kullanılmasından gelmekteymiş. Ben kesin bir kayıt bulamamış olsam da, bu meydanın Osmanlı Dönemi’nde, zaman zaman halka açık idam ve cezalandırmalar için de kullanılan bir “Siyaset Meydanı” görevi gördüğü de söylenmekte.
Saraybosna’da Ne Yiyelim?
Yeterince yoğun bir gün geçirdiğinize göre gözlerinizin bu bölümü aradığını tahmin edebiliyorum. Saraybosna’da cevapi yiyebileceğiniz pek çok restoran olmakla birlikte, bu yazıyı okumadan önce hepsinin adını ezberlemişsinizdir diye düşünüyorum ve buraları pas geçerek size başka 2 restoran önerisiyle geliyorum;
Dveri
Burası Başçarşı’da, oldukça küçük bu sebeple her zaman dolu ve gitmeden önce mutlaka rezervasyon yaptırmanız gereken bir yer. Geleneksel Bosna mutfağının yanı sıra, batı mutfağından da seçenekler sunan Dveri, bizim çok kez tercih ettiğimiz ve her seferinde aynı lezzet ve kaliteyi bulduğumuz, oldukça keyifli bir yer. Fiyat ortalaması Saraybosna’nın biraz üzerinde olsa da Türkiye ortalamasının altında. Son ziyaret tarihimiz olan Kasım 2024’de, 4 kişi için başlangıçlar, ara sıcaklar, salata yarım litre şarap, 4 adet bonfile ve tatlılardan oluşan akşam yemeğimiz için 190 KM ödedik.
Dveri Resraurant Menüsü için tıklayın;
Dveri Resraurant Rezervasyon için tıklayın;
Nanina Kuhinja
Rezervasyonsuz gitiğimiz restoran, geleneksel Boşnak mutfağından yemekleri oldukça lezzetli bir şekilde ziyaretçileriyle buluşturuyor. Yediğimiz her şey çok güzeldi, aklımız yiyemediklerimizde kaldı mottosuyla zihnimize kazınan restoran, bir daha Bosna’ya gidersek tekrar uğramamız gereken yerler listesinde kendine yer buldu.
Nanina Kuhinja Resraurant Menüsü için tıklayın;
Nanina Kuhinja Resraurant Rezervasyon için tıklayın;
Buregdžinica Sač
Saraybosna’ya gelip burada börek yemeden eve dönerseniz, ortamlarda ezikleneceğiniz gibi, midenize de çok ayıp etmiş olursunuz. Eziklenmek neyse de, midenize ayıp etmeyin ve yarın sabah kahvaltıda, burada geleneksel yöntemlerle közde pişen böreği kaçırmayın. Buradaki kıymalı böreği “Ananız babanız evde yapsa içine bu kadar kıyma koymaz.” diyerek özetliyor ve konuyu kapatıyorum.
Aščinica BISTRICA
Sabah erkenden çorbaya düşmeyi sevenler için dev hizmet. Öğleden sonra kapatan sabahçı dostu bu çorbacıya şans vermek isterseniz pişman olmayacaksınız.
Artık yorulduysanız iyi bir uyku çekin, yarın uzun bir yol aşağıda sizi bekliyor.
Bosna Hersek 3/4
3. Gün Bugün ziyaret edilecek yerler ve izlenecek rotayı takip etmeden önce, Bosna Savaşı ve Srebrenitsa Soykırımı’na biraz daha eğilmek gerektiği kanısındayım. 1.Gün başlığında belirttiğim gibi Bosna tarihini ve sosyo kültürel durumu anlatacak olan yazımızda Bosna Savaşı ve Srebrenitsa Soykırımı’na detaylı yer verme niyetinde olsak da, bugün yola çıkmad…